Türkiye’de Cemaatler ve Kimlik
- Ayrıntılar
- Gösterim: 13822
Türkiye’yi doğru anlayabilmek için Türkiye’deki dini hayatı, bunun için de cemaat meselesini doğru anlamak gerekmektedir. Türk toplumunun çok dilli ve çok dinli Osmanlı’dan devraldığı toplumsal yapının cemaat temelli olduğu söylenilebilir. Cumhuriyetle birlikte cemaatten cemiyete geçişi esas alan yeni bir toplumsal yapının hedeflendiği, inkılapların bu doğrultuda gerçekleştirildiği; insanlık tarihinde ender rastlanan baş döndürücü bir sosyo-kültürel değişimin esas amacının yeni bir toplum yaratmak olduğu bilinen bir husustur.
Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı’nın enkazı üzerinde inşa edilirken, üç kıtadan süzülerek Anadolu’ya sıkışan yaralı insanların onurlu bir şekilde dimdik ayakta durmalarını sağlayacak, Türk milletini yeniden özne konumuna taşıyacak muazzam işler yapılmıştır. Bu işler arasında 1925’de tekke ve zaviyelerin kapatılması, o zamanki koşullarda atılabilecek en ileri adımlardan birisi olmuştur.
Tekke ve zaviyelerin kapatılmasının hem mevcut toplumsal yapı ile, hem de toplumda yaygın olan cemaat temelli din anlayışı ile doğrudan ilgisi vardır. Ancak olup bitenleri gerek Atatürk’ün, gerekse devletin İslam karşıtlığı yaptığı şeklinde yorumlamaya kalkışmak, ne tarihi hakikatle, ne bilimle, ne de vicdanla bağdaşır. Burada dikkat çekilmesi gereken önemli bir husus vardır: Din adına, laiklik adına, Atatürk adına kendi kişisel görüş, tutum ve tavırlarını topluma egemen kılmak isteyenler, maalesef tarihi/ hakikatleri tahrif etmekten pek de rahatsızlık duymamışlardır. Türkiye’de bugün tartışmaların temelinde dinin mevcut olmasının en önemli sebeplerinden birisinin bu keyfi inşa faaliyetleri olduğunu belirtmekte fayda vardır. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri’nden aktaracağımız şu ifadeler, bırakın din karşıtlığını, onun en önemli amaçlarından birisinin İslam’ın evrensel güzelliklerinin açığa çıkması, akılla, bilimle ve insanlığın ürettiği evrensel değerlerle barışık bir din anlayışının oluşturulmasını olduğunu açıkça ortaya koymaktadır: “Bizim dinimiz en makul ve en tabii bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki, son din olmuştur. Bir dinin tabii olması için akla, fenne, ilme ve mantığa tetabuk etmesi (uygun olması) lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen mutabıktır”. 1923 yılında söylendiğini tespit ettiğimiz şu sözler üzerinde ciddi olarak düşünülmesi gerekir: “Türk milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinimize, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum”.